A’RAF 189 / 190 |
هُوَ
الَّذِي
خَلَقَكُم مِّن
نَّفْسٍ
وَاحِدَةٍ
وَجَعَلَ
مِنْهَا زَوْجَهَا
لِيَسْكُنَ
إِلَيْهَا
فَلَمَّا تَغَشَّاهَا
حَمَلَتْ
حَمْلاً
خَفِيفاً
فَمَرَّتْ
بِهِ
فَلَمَّا أَثْقَلَت
دَّعَوَا اللّهَ
رَبَّهُمَا
لَئِنْ
آتَيْتَنَا
صَالِحاً
لَّنَكُونَنَّ
مِنَ
الشَّاكِرِينَ
{189} فَلَمَّا
آتَاهُمَا
صَالِحاً
جَعَلاَ لَهُ
شُرَكَاء
فِيمَا
آتَاهُمَا
فَتَعَالَى اللّهُ
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
{190} |
189.
Sizi tek bir candan yaratan, ondan da kendisinde sükun bulsun diye eşini
yaratan O'dur. Eşini örtüp bürüyünce hafif bir yük yüklendi. Bununla gider
gelirdi. Nihayet ağırlaşınca, her ikisi de Rableri olan Allah'a şöyle dua
ettiler: "Eğer bize salih bir çocuk verirsen muhakkak ki şükredenlerden
oluruz."
190.
Onlara salih bir evlat verince, kendilerine verdiği bu (çocuk) hakkında O'na
ortaklar koşmaya başladılar. Allah onların ortak koştuklarından yücedir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- insanın Yaratılması:
2- Hamileliğin Sebep Olduğu Bazı
Endişeler:
3- Bu Ayet-i Kerimede Sözkonusu Edilen
"Şirk''in Mahiyeti:
4- Hamilelik Bir Hastalık mıdır ve
Hamilelik Halindeki Mali Tasarrufların Hükmü:
5- Hamile ile ilgili Mahkeme Hükümleri
ve Bain Talakla Boşanmış Hamileye Ricat Yapmak:
6- Savaşa Katılanın Mali
Tasarruflarının Hükmü:
7- Dehşet ve Fırtına Zamanlarında Deniz
Yolculuğu Yapanın Hükmü:
1- insanın
Yaratılması:
Yüce Allah'ın:
"Sizi tek bir candan yaratan ... O'dur" buyruğunda geçen "tek
bir candan" kasıt müfessirlerin çoğunluğuna göre Hz. Adem'dir.
"Ondan da
kendisinde sükun bulsun" yani, onunla teselli bulsun, huzur bulsun
"diye eşini yaratan" yani Havva'yı yaratan "O'dur." Bu
yaratma cennette olmuştu. Daha sonra her ikisinin de cennetten indirilişinden
sonra dünyada meydana gelen bir başka durumu sözkonusu ederek şöyle
buyurmaktadır:
"Eşini örtüp
bürüyünce." Bu ifade cimadan kinayedir. "(Eşi) hafifbir yük
yüklendi." Karında yahut ağaç dalında bulunan her bir yükü anlatmak üzere
"ha" harfi üstün olmak üzere; (...) denilir. Eğer bu yük sırtın
üzerinde, yahut başın üzerinde bulunacak olursa "ha" harfi esreli
olur. Yakub ise, hurma ağacının meyve yükünü anlatmak için; (...) şeklinde
"ha" harfinin esreli okunacağını nakletmiştir. Ebu Said es-Sirafi de
der ki: Kadının "gebelik" yükü hakkında "ha" harfi hem
esreli, hem üstün kullanılır. Bunun üstün okunuşu; kadının yükünün görünmeyişi
dolayısıyladır. Esreli okunuşu da bineğin sırtındaki yük gibi ortaya çıktığı
içindir.
(...); aynı zamanda
hamle yapmak, hücum etmek anlamındaki; (...)'ın da mastarıdır.
"Bununla gider,
gelirdi." Yani, taşıdığı meni ile gider gelirdi. Bu da bu hafif yük ile
gider gelirdi anlamındadır. Yani, gider, gelir, döner, dolaşırdı. Ağırlaşıncaya
kadar o yük dolayısıyla herhangi bir sıkıntı çekmezdi. Bu açıklamalar el-Hasen,
Mücahid ve başkalarından nakledilmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yani, onun hamileliği devam eder gider demektir. O takdirde bu maklub bir
ifadedir. Nitekim; "Ben başlığı başıma geçirdim," demek de bunu
benzer.
Abdullah b. Ömer ise,
"mim': harfinden sonra "elif" ilavesiyle ve "ra"
harfini de şeddesiz olarak; (...) şeklinde gidip gelişi ve tasarrufu ifade eden
(...) fiilinden kabul etmiştir. İbn Abbas ile Yahya b. Ya'mer ise; (...)
şeklinde şüphe ve tereddüt anlamındaki; (...) gelen bir fiil olarak
okumuşlardır. Yani, bu halinden şüpheye düşerek, acaba bu bir hamilelik midir,
yoksa bir hastalık mıdır? Veya buna benzer kanaatlere sahip olarak tereddüde
düştü, anlamındadır.
2- Hamileliğin Sebep
Olduğu Bazı Endişeler:
Yüce Allah'ın:
"Nihayet ağırlaşınca" buyruğu, taşıdığı yük ağır olunca demektir. Ağırlaşmaya
başlayınca anlamına geldiği de söylenmiştir.
"Her ikisi de
Rableri olan Allah'a şöyle dua ettiler ... " buyruğunda yer alan;
"Her ikisi de dua ettiler" zamiri, Adem ile Havva'ya aittir. Bu
ayet-i kerime ile ilgili kıssalarda gelen rivayetler de bu görüşe göre
anlaşılır. Buna göre Hz. Havva ilk hamile kaldığı sırada bunun ne olduğunu
bilememiştir. Bu da; "(Hamile kaldığı şey hakkında) şüpheye düştü"
şeklinde okuyanların kıraatini pekiştirir.
Bundan dolayı da
telaşlanmıştı. İblis onu etkilemenin de yolunu bulmuş oldu. el-Kelbi der ki:
İblis, ilk hamile kaldığı sırada, ağırlaşmaya başladığında Hz. Havva'ya bir
adam suretinde görünüp: Bu karnındaki nedir? diye sormuş, o da: Bilmiyorum diye
cevap verince; bu sefer İblis: Ben bunun bir hayvan olacağından korkarım,
demiş. Havva bunu Hz. Adem'e söyleyince, her ikisi de bundan dolayı bir
üzüntüye boğuldular. Daha sonra İblis tekrar Hz. Havva'ya görünerek şöyle dedi:
Bu doğacak kişinin Allah nezdinde bir yeri olacaktır. Eğer ben Allah'a dua
edecek olursam sen de bir insan doğurursan ona benim adımı verecek misin?
Havva: Evet deyince, bu sefer ben Allah'a dua edeceğim dedi. Hz. Havva doğum
yaptığında İblis gelip: Ona benim adımı ver demişti. Bu sefer: Senin adın nedir
diye sorunca, o da: Benim adım el-Haris'tir cevabını vermişti. Eğer ona gerçek
adını söylemiş olsaydı, onu tanıyacaktı.
Bunun üzerine Havva ona
Abdulharis adını verdi. Buna benzer zayıf hadisler Tirmizi ve başkalarında
zikredilmektedir. İsrailiyatta sağlam olmayan pek çok şeyler de vardır. Kalbi
olan herhangi bir kimse bunlara itibar etmez. Çünkü Hz. Adem ile Hz. Havva'yı,
O Allah ile çok aldatıcı (İblis) aldatmış ise de şunu bilmek gerekir ki, -bu
hususlar satır satır yazıya geçirilmiş olmakla birlikte- mü'min aynı delikten
iki defa sokulmaz. Rasulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "(İblis)
onları iki defa aldattı. Bir defasında cennette, bir defasında da yeryüzünde
aldatmıştır." Bu görüş ise, es-Sülemi'nin (bundan sonra gelecek olan ve
" ... mı eş koşuyorlar" anlamındaki kelimenin) "te" harfi
ile; " ... mı eş koşuyorsunuz?" (7/191) kıraati ile desteklenmiştir.
"Salih bir
çocuk" hilkati düzgün ve yerli yerinde bir çocuk demektir. "Onlara
salih bir evlat verince kendilerine verdiği bu çocuk (hakkında) O'na ortak
koşmaya başladılar." İlim adamları burada Hz. Adem ile Hz, Havva'ya izafe
edilen şirki açıklamak hususunda farklı görüşlere sahiptir ki, bu da bir
sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir.
3- Bu Ayet-i Kerimede
Sözkonusu Edilen "Şirk''in Mahiyeti:
Müfessirler derler ki:
Burada sözü edilen şirk, sadece isim vermek ve sıfatta bir şirkti. Yoksa ibadet
ve rububiyet hususunda bir şirk değildi. Meani ehli derler ki: Adem ile Havva
çocuklarına "Abdulharis" adını vermekle "el-Haris"in
Rableri olduğu kanaatine sahip olmuş değillerdir. Onlar bu ismi vermekle
Haris'in çocuğun kurtuluşuna sebep teşkil edeceği maksadını gütmüşlerdi. O
bakımdan bir kimsenin kendisine misafirinin kölesi adını verecek olur ise,
misafiri kendisinin rabbi olduğu anlamında değil, ona itaat etmesi anlamında
kullanılır. Nitekim Hatim şöyle demiştir: "Ve şüphesiz ki ben yanımda
bulunduğu sürece misafirin abdiyim (kuluyum) Ve esasen kulların özelliklerinden
bende bundan başka bir özellik de yoktur."
Bir grup da bunu şöyle açıklamıştır:
Buradaki ortak koşma, cins olarak Adem oğullarına racidir ve Hz. Adem'in
zürriyetinden olan müşriklerin durumunu açıklamaktadır. Kabul edilmesi gereken
görüş de budur. Buna göre "Ona ortaklar koşmaya başladılar" ifadesi,
kafir olan erkek koca ile dişi kastedilmektedir. Yani, bununla anlatılmak
istenen kafir olan iki cinstir. Buna da: "Allah onların ortak
koştuklarından yücedir" buyruğundaki ortak koşma fiilinin tesniye olarak
değil de çoğul olarak gelmesi delil teşkil etmektedir ki, bu da güzel bir
açıklamadır.
Yüce Allah'ın:
"Sizi tek bir candan" yani, tek bir şekil ve nitelikten
"yaratan, ondan da" yani, onun cinsinden de "kendisinde sükun
bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşini örtüp bürüyünce" yani, her iki cins
bir araya gelince demektir. Bu görüşe göre ayet-i kerimede Hz. Adem ile Hz.
Havva' dan söz edilmemektedir.
İşte karı kocaya salih,
yani onların istedikleri gibi sağlıklı, eli ayağı düzgün bir çocuk verince, bu
sefer onu İslam fıtratından şirke yöneltirler. Nitekim müşriklerin yaptığı da
budur. Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: "Her doğan mutlaka İslam
fıtratı -bir rivayette de İslam milleti (yani dini)- üzere doğar. (Sonra) anne
ve babası onu yahudi, hıristiyan veya mecusi yaparlar. "
İkrime der ki: Ayet-i
kerime özel olarak Adem hakkında değildir. Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi
Adem'den sonra bütün insanlar hakkında umumi bir buyruk olarak indirmiştir.
el-Huseyn b. el-Fadl da der ki: Bu görüş nazar ehlinin daha çok hoşuna gider.
Çünkü birinci görüşte Yüce Allah'ın peygamberi Hz. Adem'e çok büyük bir iş
izafe edilmektedir.
Medineliler ile Asım
ise, "Ortaklar" kelimesini tekil olarak; "Ortak" diye
okumuşlardır. Ebu Amr ve diğer Kufeliler ise, (...): Ortak'ı "fuala"
veznine benzer olmak üzere çoğul okumuşlardır. el-Ahfeş Said ise birinci
okuyuşu kabul etmez. Oysa bu muzafın hazfi takdirine göre sahih bir kıraattir.
Yani; "Ona bunu ortak koştular" anlamında olur. Tıpkı Yüce Allah'ın:
"Ve o kasabaya sor'' (Yusuf, 82) (buyruğunun; o kasaba halkına sor
anlamında) olduğu gibi. Buna göre bu tekil ile kıraat: Onlar O'na ortaklar
koştular, şeklinde çoğul anlamına gelir.
4- Hamilelik Bir
Hastalık mıdır ve Hamilelik Halindeki Mali Tasarrufların Hükmü:
Ayet-i kerime
hamileliğin de bir hastalık olduğunu göstermektedir. İbnü'lKasım ve Yahya,
Malik'ten şöyle dediğini rivayet ederler: Hamileliğin ilk dönemi bir kolaylık
ve bir sevinçtir. Son dönemi ise hastalıklardan bir hastalıktır. İşte Malik'in
söylediği: "Hastalıklardan bir hastalıktır" ifadesi Yüce Allah'ın:
"Rablerl olan Allah'a şöyle dua ettiler" buyruğundan anlaşılmaktadır.
Yine hamile kalan kadınlardaki bu durum müşahade ile görülüp tesbit edilebilen
bir haldir. Bu işin büyüklüğü ve sıkıntıların ağırlığı dolayısıyla hadis-i
şerifte de varid olduğu gibi hamile kadının ölümü şehidlik olarak
değerlendirilmiştir.
Bu husus, ayet-i
kerimenin zahirinden de sabit olduğuna göre, hamilenin durumu, fiilleri
itibariyle hastanın durumu ile aynı olur. Çeşitli bölgelerdeki ilim adamlarına
göre ise, hasta olan bir kişi eğer malından bağışta bulunacak ve bazılarını
kayıracak olursa, bu tasarrufu mirasının üçte birinde geçerli olur. Ebu Hanife
ve Şafii derler ki: Böyle bir hüküm, hamile hakkında doğum sancılarının
başlamış olması halinde sözkonusu olur. Bundan önce ise, öyle bir hüküm
sözkonusu olmaz.
Onlar bu görüşlerine
hamileliğin bir adet olduğu ve çoğunlukla bunun selametle sonuçlandığını delil
gösterirler. Biz ise deriz ki: Hastalıkların çoğunluğu da esenlikle sonuçlanır,
diğer taraftan hasta olmayan da ölebilir.
5- Hamile ile ilgili
Mahkeme Hükümleri ve Bain Talakla Boşanmış Hamileye Ricat Yapmak:
Malik der ki: Hamileliği
üzerinden altı ay geçmiş olan bir kadının malı hakkındaki hükümleri ancak
malının üçte birinde caizdir.
Bir kimse hamile olan
hanımını bain bir talak ile boşayacak olup da hamileliği üzerinden altı ay
geçecek olursa ve kocası da ona ricatte bulunmak isterse böyle bir hakkı
yoktur. Çünkü böyle bir kadın hastadır. Hasta bir kadını nikahlamak ise sahih
değildir.
6- Savaşa Katılanın
Mali Tasarruflarının Hükmü:
Yahya der ki: Malik'i,
savaşta bulunan kişi hakkında şöyle derken dinledim: Bir kimse saf ta savaşmak
üzere yürüyecek olur ise, onun kendi malı hakkında -üçte biri müstesna-
tasarruf ta bulunması caiz değildir. Böyle bir kimse hamile kadın ve ölmesinden
korkulan hasta gibidir, Bu hali devam ettiği sürece de hükmü budur. Kısas
uygulanmak için öldürülmek üzere hapsedilen kimsenin hükmü de bunun gibidir.
Ancak bu hususta Ebu
Hanife, Şafii ve başkaları farklı kanaate sahiptirler. İbnü'I-Arabı ise şöyle
demektedir: Sen meseleyi gereği gibi kapsamlı bir şekilde kavrayacak olursan,
öldürülmek üzere hapsedilen bir kimsenin halinin hastanın halinden daha ağır
olduğunda şüphen kalmaz. Böyle bir şeyi kabul etmemek ise nazar (akli düşünme
ve kıyas) açısından bir gaflettir. Çünkü ölümün sebebi her ikisi hakkında da
mevcuttur. Nasıl ki hastalık ölüm için bir sebepse, Yüce Allah da (savaşın da
bir sebep olduğunu beyan etmek üzere) şöyle buyurmaktadır: "Andolsunki
siz, ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyorsunuz. işte siz bakıp dururken
onu gördünüz. "(Al-i İmran, 143) Şair Ruveyşed et-Tai de şöyle demektedir:
"Ey bineğini ileri süren süvari! Sor Esedoğullarına; nedir bu bağırıp
çağrışmalar?
De ki onlara: Özür dilemek
için çabuk davranın ve bir söz arayın ki, Sizi temize çıkaracak; çünkü ölümün
kendisiyim ben."
Savaşın ölüm
sebeplerinden birisi olduğunun delilleri arasında Yüce Allah'ın şu buyruğu da
zikredilebilir: "Hani onlar üstünüzden ve altınızdan gelmişlerdi. O zaman
gözler yılıp yana kaymış, kalpler gırtlaklara kadar varmıştı ...
"(el-Ahzab, 10-11)
Şanı Yüce Allah bu
müthiş halde iken düşmanlara karşı mukavemet gösterip her iki kesimin
birbirlerine yakınlaşmış olmalarını, kalplerin gırtlaklara kadar gelip
dayanması, Allah hakkında kötü zanlar beslenmesi, kalplerin büyük bir sarsıntı
geçirmesi noktasına geldiklerini haber verdiği halde, nasıl olur da Şafii ve
Ebu Hanife böyle bir sıkıntılının ancak mübareze (teke tek çarpışma) halinde
sözkonusu olduğunu söyleyebilirler. Acaba hastanın durumu böyle şiddetli ve
sıkıntılı mıdır? Bu hususta insaflı bir kimsenin hiçbir şüphesi olmaz.
İtikadında sebat sahibi olan, Allah yolunda hakkıyla cihad eden, Allah Rasulüne
O'nun ayet ve mucizelerine tanıklık eden kimseler hakkında böyle iken, ya bizim
hakkımızda ne söylenebilir.
7- Dehşet ve Fırtına
Zamanlarında Deniz Yolculuğu Yapanın Hükmü:
İlim adamlarımız korkulu
ve fırtınalı zamanlarında denizde yolculuk yapan kişinin hükmü hakkında farklı
görüşlere sahiptirler. Acaba böyle bir kimse sağlıklı kişi hükmünde midir,
yoksa hamile kadın hükmünde midir? İbnü'lKasım der ki: Böyle bir kimsenin hükmü
sağlıklı kimsenin hükmü gibidir.
İbn Vehb ile Eşheb ise,
böyle bir kimse hamileliği üzerinden altı ay geçmiş hamile kadın hükmündedir.
Kadı Ebu Muhammed de der ki: İbn Vehb ile Eşheb'in görüşleri kıyasa daha
uygundur. Çünkü tıpkı hamilenin yükünün ağırlaşması gibi böyle bir halde de
deniz yolculuğu insanın hayatı açısından tehlikeli bir haldir.
İbnü'l-Arabi de şöyle
demektedir: İbnü'l-Kasım deniz yolculuğu yapmadı. O, hatta denizde su üstünde
birşey bile görmüş değildir. Şanı Yüce Allah'ın biricik fail olduğunu, O'nunla
birlikte hiçbir failin bulunmadığını kesinlikle bilip inanmak isteyen,
sebeplerin güçsüz olduğuna inanıp gerçek anlamda tevekkülü elde etmek, işlerini
tam anlamıyla Allah'a havale etmek noktasına gelmek isteyen, denizde yolculuk
yapsın .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN